9. Uluslararası Atatürk Kongresi Bildiriler
Latest Publications


TOTAL DOCUMENTS

93
(FIVE YEARS 93)

H-INDEX

0
(FIVE YEARS 0)

Published By Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları

9789751747945

Author(s):  
Şayan ULUSAN

Türkler tarih boyunca astronomiye, gökbilimine ilgi duymuştur. Türklerin bu ilgisi gökbilimi konusunda yaptıkları çalışmalar ile kendini göstermiştir. Türklerin özgürlüğe olan tutkuları havacılık alanında da başarılı olacaklarının bir göstergesi olmuştur. Bu çalışmalar sonucunda elde edilen yön tayini, hava durumu, ay ve güneş tutulmaları gibi olaylar Türklerin bilimsel olarak açıklayabildiği hadiselerdendir. Mesela, Hezarfen Ahmet Çelebi ve Lagari Hasan Çelebi Türklerin havacılıkta başarılı olacaklarının birer göstergesi olmuştur. Hezarfen Ahmet Çelebi planör benzeri bir araçla İstanbul Boğazı üzerinde uçarak Türk ve dünya havacılık tarihinde oldukça önemli bir hadiseyi gerçekleştirirken, Lagari Hasan Çelebi’de roket tarzı bir uçuşu hayata geçirmiştir. Türkler, 1911 Trablusgarp Savaşı’nda, İtalya’nın, Türklere karşı savaş aracı olarak uçağı kullanması üzerine, uçağın kullanan tarafa sağladığı avantajı ve üstünlüğü görmüştür. Bu durum, güvenlik açısından endişe duyan Türkiye’nin, bu alanda kendisini geliştirmesi için itici bir etken olmuştur. Özellikle 20. yüzyıl gelişen silah teknolojisi göz önüne alındığında güvenlik açısından Türkiye için havacılık daha da önem kazanmıştır. Türk Tayyare Cemiyeti, 16 Şubat 1925 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde Ankara’da kurulmuştur. Cemiyetin gayesi olarak da “Türkiye’de tayyareciliğin askeri, iktisadi, içtimai ve siyasi ehemmiyetini tanıtmak ve bu maksatla tayyareciliğe lüzumu olan insanları ve malzemeyi çoğaltmak ve Türk gençliğinde tayyarecilik aşkını uyandırmaktır” olarak belirlenmiştir. Atatürk, Türk Tayyare Cemiyeti’ni kurarak projelerinden birini daha hayata geçirmiştir. Cemiyet 1935 yılında “Türk Hava Kurumu” adını almıştır. Cemiyet, kısa sürede bir sivil toplum hareketine dönüşmüştür. Türk halkı cemiyete maddi ve manevi katkıda bulunmuştur. Bu dönemde yolu olmayan, ulaşım imkanları zorlukla sağlanan ülkenin en ücra yerlerinden bile Türk Tayyare Cemiyeti’ne inanılmaz ölçüde bağış ve yardımlar yapılmıştır. Türk halkı ürünün bir kısmını, hayvanını, arazisini, maaşını, evlenme yüzüklerini, gelinliğini ve hatta kefen parasını dahi kuruma bağışlayarak havacılık sektörüne dünyada hiçbir milletin sağlayamadığı desteği sağlamıştır. Türk Tayyare Cemiyeti, İstiklal Harbi’nden yeni çıkmış, yorgun ve yoksul bir halkın, gerçekleştirilmesi zor olan maddi-manevi desteğiyle hayat bulmuştur. Bu destek sayesinde ilk 10 yıl içinde 351 uçak satın alınarak Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağışlanmıştır. 3 Nisan 1926'da ise Türk havacılığının ihtiyacı olan teknik personelin eğitilmesi için de “Tayyare Makinist Mektebi” açılmıştır. “İstikbal Göklerdedir!” ifadesi o yılların coşkusu içinde söylenen sadece güzel bir söz değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin önüne konulan bir hedeftir. Bu amaçla 3 Mayıs 1935'de Türkkuşu kurulmuştur. Atatürk'ün manevi kızı ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu olan Sabiha Gökçen’de bu kurumun yetiştirdiği bir değerdir. Atatürk Dönemi’nde Türk havacılığında önemli atılımlar yapılmıştır. Atatürk, milletin havacılığa olan ilgisini sürekli canlı tutmayı başarmıştır. Vefatından sonraki dönemde Türk hava sanayisinin bir duraklama süreci yaşaması kendisinin havacılıkta üstlendiği rolü de ortaya koymaktadır.


Author(s):  
Feyza KURNAZ ŞAHİN

Bu çalışmanın amacı, Türkiye’nin 1929 Dünya Ekonomik Buhranı sonucunda durgunlaşan dış ticaretinin canlandırılmasını sağlamak ve memleketin iktisadî alanda gelişmesini hızlandırmak için sürdürülen propaganda faaliyetlerini ortaya koymak olarak tanımlanır. Bu kapsamda ülkenin belli başlı ihraç mallarının tanıtılması, yabancı memleketlerle olan ihracatın geliştirilmesi, iç ve dış pazarlarda Türk mallarının sürümünün artırılması için Türkiye’nin uluslararası alanda düzenlenen fuar, sergi ve panayırlara katılımını ve faaliyetlerini irdelemek temel amaçtır. Araştırmada öncelikle 1929 Dünya Ekonomik Buhranı sonrasında Türkiye’nin dış ticareti geliştirmek için ürettiği dış ticaret politikası ve aldığı tedbirler üzerinde durulmuştur. Bu amaçla Türkiye’nin dış ticari münasebetlerini sağlamak, bir taraftan dünyada sık sık değişen politik ve ekonomik seyri göz önünde tutarak milli iktisadı koruyacak bir ticaret politikası tespit etmek, diğer taraftan mevcut engellere rağmen ihracatı ilerletmeye çalışmak için geliştirdiği politika irdelenmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin yurt dışında Türk malı ve mahsullerine mutlak bir itibar temin etmek için yapmış olduğu güçlü bir propaganda faaliyeti olan uluslararası fuar, sergi ve panayırlara katılımı ve bu organizasyonlarda göstermiş olduğu başarı/başarısızlık ortaya konulmuştur. Çalışmanın temel kaynaklarını Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi belgeleri ve dönemin süreli yayınları oluşturmuştur.


Author(s):  
Dilek BARLAS

1923-1938 Atatürk dönemi dış politikasını bağlantısız bir dış politika diye nitelendirebiliriz. Bu dönemde Türkiye hiçbir büyük güce kendisini bağımlı hissetmemiştir. Zaten dünya ekonomik krizi nedeniyle tüm ülkeler içlerine kapanmak zorunda kalmıştır. Öte yandan kriz nedeniyle güçlenen Faşist İtalya ve Nazi Almanya’sı çevrelerine tehdit oluşturmaya başlamışlar ve bu durum Türkiye’yi komşuları ile daha yakın bir ilişkiye girmesini sağlamıştır. Atatürk özellikle Balkan ülkeleri ile iş birliğine önem vermiş hatta bu iş birliğini Akdeniz’e de yaymak istemiştir. 1939 yılında savaşın başlamasıyla Türkiye, İngiltere ve Fransa ile ittifak antlaşması imzalamak zorunda kalmıştır. Buna rağmen Türkiye bu ülkeler safında savaşa girmeyerek tarafsız bir politika izlemiştir. Savaşın sonuna doğru Birleşmiş Milletlerin bir parçası olabilmek için Mihver devletlerine savaş ilan etmiştir. 1946 yılında Missouri’nin Türkiye’yi ziyareti Ankara’nın Washington ile yakınlaşmasına doğru atılan ilk adımdır. Bundan sonraki adım Truman doktrinini Türkiye’nin kabul etmesidir. 1947’den sonra Pax Britannica döneminden Pax Americana dönemine geçilmiş, Türkiye de kaçınılmaz olarak yeni dünya düzeninin içerisinde yerini almaya başlamıştır. Türkiye’nin ABD ile ilişkisi Avrupa devletleri ile olan ilişkilerinden farklıdır. Osmanlı mirasından dolayı Avrupa’nın büyük güçlerine karşı temkinli davranan Türkiye, ABD ile ilişkileri geliştirmekte daha istekli davranmıştır. Oysa İngiltere bölgeden hemen çekilmemiştir. 1957 Eisenhower Doktrinine kadar özellikle Ortadoğu bölgesinde ABD ve İngiltere birlikte hareket etmişlerdir. Ankara Washington ile daha yakın ilişkiye girmek istese de ABD bölgeye temkinli yaklaşmaktadır. 1952 yılında Türkiye’nin NATO’ya girişi iki ülkeyi birbirine daha yakınlaştırmıştır. 1955 yılında ABD, İngiltere’nin üye olduğu Bağdat Paktını desteklese de ancak 1957 yılında Eisenhower Doktrini ile Ortadoğu’da daha etkili hale gelmiştir. Ankara’nın İngiltere ve ABD’ye karşı ikilemli tutumu da bu tarihten sonra daha netleşmiştir.


Author(s):  
Elmaziye TEMİZ

Kıbrıs Türk nüfusunun atalarının, adanın 1571'de fethinin tamamlanmasının ardından, 1572 yılından itibaren Osmanlı Devleti iskân politikası ve usullerinden olan “sürgün” hükmüne dayalı olarak adaya yerleştirilenler olduğu arşiv kayıtlarında ve pek çok tarih kitabında yer almaktadır. Yerleşenler ve yerleştirilenler coğrafyayı mamur etmekle kalmayıp, Türk ananelerini, insan ilişkilerini, maddi-manevi değerlerini adeta toprağa karıp burayı vatan yapmışlardır. Yaklaşık 450 sene Osmanlı idaresinde olan Kıbrıs, pek çok sebebin etkisiyle 1878 yılında Berlin Antlaşması ile idari yönden “geçici olarak” İngiliz yönetimine bırakılmıştır. İngiltere, I. Dünya Savaşında Osmanlı Devleti ile karşıt cephelerde yer almalarını bahane edip Kıbrıs’ı Taç Koloni ilan etmiş, yani gasp etmiştir. Kıbrıs Türkleri bu durumu kabullenemeden, kısa zaman içinde savaş yenilgileri ve Anadolu’nun işgali başlamıştı. Kıbrıs Türklerinin yükü ağırdı. Hem kendi devletlerinden koparılmışlardı hem anavatanları işgal ediliyordu hem de yaşadıkları yönetim kendi milli devletlerine düşmandı. Lakin milletlerine, kültürlerine gönül bağları sağlamdı. Tüm baskılara rağmen, yolunu bulan son kale Anadolu’nun kurtuluşu için cepheye çarpışmaya, diğerleri dişlerinden artırdıkları ile Anavatan Türklüğüne yardıma koştu. Halkın gözü kulağı hep gelecek haberlerde idi. Mustafa Kemal adlı bir liderin yönetimindeki istiklâl hareketinin takipçisiydiler. Bu çalışmanın amacı Türk kültüründe isim koyma geleneğinin de etkisiyle Kıbrıs Türklerinde Atatürk sevgisini şahıs isimleri üzerinden ortaya koymaktır Resmi kayıtlarda doküman incelemesi yanında, "Kemal" ve "Mustafa Kemal" adlarını taşıyan şahıslarla da derinlemesine görüşmeler yapılıp, örnek biyografilerle çalışma desteklenmiştir. Bu çalışmaya göre önce 30 Ağustos1922’de Yunana yaşatılan hezimet ve elde edilen büyük zaferin sevinç ve coşkusuyla Kıbrıs Türkler, bir hayranlık, bir şükran ve gelecek için bir umut nişanesi olarak erkek çocuklarına Kemal, Mustafa Kemal adını vermeye başlamışlardır. Bu bağlamda verilen isimlerin Atatürk’ün 10 Kasım 1938 tarihinde vefatı üzerine duyulan derin üzüntü odaklı olarak yeniden arttığı görülmektedir. Atatürk sevgisi bağlamında Ülkü isminin de verildiği tespit edilmiştir.


Author(s):  
Emel HİSARCIKLILAR

Cumhuriyet Dönemi şairlerinden Behçet Necatigil (1916-1979), kendine özgü üslubuyla şiirlerinde duygu ve düşüncelerini, okurun çoğu zaman kendinden bir şeyler bulabileceği şekilde dile getirmiştir. O daha çok hassas, hemen incinmeye ve kırılmaya müsait ruh dünyasının etkisiyle, toplum içerisinde gittikçe yalnızlaştığını hisseden ve bunu dizelerine yansıtan, duygu yüklü bir şair olmasının yanı sıra; mensubu olduğu milletin verdiği ayakta kalma mücadelesinde ve varlığını yeniden, daha güçlü bir biçimde ortaya koymasında önünde yol gösterici ve ölümsüz bir önder olan Mustafa Kemal Atatürk’ü de dizelerinde anlatmıştır. Bu şiirlerinde Atatürk’ü çoğu zaman milleti için örnek alınacak ideal bir kahraman modeli olarak ifade ettiği gibi; büyük önderi, onun çeşitli vesilelerle söylediği sözlerinden ya da yaptığı konuşmalardan hareketle de şiirlerine almıştır. Atatürk’ü bazen Türk tarihinde önemli kurtuluş mücadelelerini ortaya koymada ve medeniyeti inşa etmede etkili olmuş tarihî kahramanlarla anlatmasının yanında; bizzat Atatürk’ün bilinen karakter özelliklerine yer vererek de özellikle gençler için, onun hayat mücadelesini, takip edilmesi gereken bir yol haritası olarak nitelendirmiştir. Necatigil’in Atatürk konulu şiirlerinde, şairin özgün şiir dilinin; Türk milletinin varlığını ölümsüz kılma yolundaki önderinin sözleriyle, karakter anlayışıyla, Türk tarih, kültür ve medeniyetindeki katkılarıyla bir araya gelerek; anlamlı, bir o kadar da etkili dizeler meydana getirdiği görülmektedir. Bu çalışmada da Behçet Necatigil’in söz konusu şiirlerinde, Atatürk’ün hangi özellikleri bakımından ve hangi hususlardan faydalanılarak, ne şekilde şiire yansıtıldığı ortaya konmaya çalışılacaktır.


Author(s):  
Nurten ÇETİN

Cumhuriyetin onuncu yılına gelindiğinde, Atatürk’ün hedeflediği çağdaşlaşma yolunda önemli işler yapılmıştı. Zirai, ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal alanda gerçekleştirilen inkılâpların meyveleri toplanmaya başlanmıştı. Cumhuriyetin onuncu yılı kutlamaları, alınan sonuçların ortaya konulması, ulusça paylaşılması, halka yeni hedeflerin anlatılması, benimsetilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması açısından ayrı bir öneme sahipti. Bunun için TBMM’de 11 Haziran 1933 tarihinde kabul edilen bir kanunla Cumhuriyetin onuncu yıldönümünün üç gün süreyle kutlanması kararı alındı. Yurdun her tarafında olduğu gibi, kutlama hazırlıkları için Edirne’de de Vali’nin başkanlığı altında bir komisyon oluşturuldu. Bu komisyon, Ankara’daki yüksek komisyondan gelen tamimleri, broşürleri, duvar ve el ilanlarını derhal kazalara, nahiye ve köylere dağıttı. Bunun yanı sıra Halk Fırkası, Halkevi idare heyetleri hemen her gece toplanarak yoğun bir faaliyet gösterdiler. Hazırlıklara öğretmenler, ilk, orta ve lise öğrencileri de katıldı. Cumhuriyetin önemi ve kutsiyeti dile getirildi. Halk, Halkevi, CFH idaresi ve basın rehberliğinde hazırlıklara davet edildi. Hazırlıklar akabinde beklenen gün geldiğinde Edirne’de Cumhuriyet Bayramı o güne kadar görülmeyen bir şekilde büyük sevinç ve coşku ile üç gün kutlandı. Bu çalışmada, Cumhuriyetin onuncu yıldönümünde Edirne’de yapılan kutlama hazırlıkları, kutlama programı ve Cumhuriyetin burada üç gün boyunca nasıl kutlandığı, halkın bayrama katılımının ne oranda gerçekleştiği incelenmektedir.


Author(s):  
Nurullah KIRKPINAR

1923’de kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin modern ziraat hayatında çok önemli başarılarını gerçekleştiren ve ziraat altyapısının modernleşmesini sağlayarak Türkiye Cumhuriyeti’ni muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak ülküsüyle hareket eden devlet adamlarından biri hiç şüphesiz Şevket Raşit Hatipoğlu’dur. Şevket Raşit Hatipoğlu, bilim insanı, siyasetçi kimliği ve bürokratik simasıyla, Türkiye’nin modern tarım inşasında önemli bir dönüm noktasını teşkil eder. Sırasıyla Bursa Ziraat Mektebi, Berlin Yüksek Ziraat Okulu ve Leipzig Üniversitesi’nde eğitim hayatını devam ettiren Hatipoğlu, 1942-1946 yılları arasında da Ziraat Vekili olarak görev yaptı. Şevket Raşit Hatipoğlu Ziraat Vekâleti sürecinde, özellikle de Türkiye’de tek parti dönemindeki toprak reformu atılımının ve tartışmalarının gündeme getirildiği 1945 yılı içerisinde; alınan kararlar ve uygulamalar neticesinde yoğun eleştiriye maruz kalmıştır. Bu da onun Ziraat Vekâleti döneminde ziraî sahada yapmış olduğu gelişmeleri gölgede bırakmıştır. Halbuki Hatipoğlu, Ziraat Vekâleti döneminde Türk ziraî sahasında adeta bir fikir hareketinin başlangıcını ve ilerlemesinin yolunu açmış; Türkiye tarımını modernleştirme çabalarının yanı sıra, durgunluk dönemine girmiş olan çaycılık çalışmalarının yeniden ele alınmasını sağlamıştır. Henüz 1935-1936 yılları arasında Atatürk döneminin Ziraat Vekili olan Reşat Muhlis Erkmen’le birlikte Rize’de bir tetkik gezisine katılmıştır. Bu gezi esnasında topladığı bilgileri daha sonra geliştirerek, Rize köylüsüne ithaf ettiği “Türkiye’de Çay İktisadiyatı” adlı eserini kaleme almıştır. Hazırlanan bu kapsamlı eser, 1936’da Ziraat Vekâleti’ne sunularak, çaycılık çalışmalarının yeniden ele alınmasını sağlamış ve 1938’den itibaren Türk çayı Rize yöresinde başarıyla üretilmeye başlanmıştır. Çalışmasını bilimsel ve kanıtsal bilgilere dayandırmakla yetinmeyen Hatipoğlu, Ziraat Vekâleti görevinde ve Hükümet nezdinde de ısrarlı çalışmalar yürüterek, çay işinin yeniden ele alınmasında başrolü oynamıştır. Bu çalışmada; Şevket Raşit Hatipoğlu’nun kısa bir biyografisine yer verildikten sonra Ziraat Vekâleti dönemindeki (1942-1946) faaliyetleri ele alınacaktır. Dahası Hatipoğlu’nun Türkiye tarımına nasıl baktığı ve neler önerdiği soruları üzerinden yaklaşılarak; tarım politikalarıyla ilgili görüş, eleştiri ve önerileri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Ayrıca küçük üreticiliğin korunması, tarım tekniklerinin geliştirilmesi ve ihracata yönelik üretim yapılmasına yönelik hususlarda ne gibi plân hedefleri belirlediği üzerinde durulacaktır.


Author(s):  
Kurtuluş KAYALI

Kemalizmin algılanışı zaman içinde farklılaşmıştır. Kemalizmin düşünsel çerçevesinin çizilmesi 1930’lu yıllarda gerçekleşmiş ve açılımı 1940’lı yıllarda belli bir görünüm almıştır. Kemalizm bu çerçevede gelişirken doğal olarak farklı yorumlara uğramıştır. Ancak 1960’lı yıllarda mesele daha genel bir çerçevede mütalaa edilip birörnek sayılabilecek, birbirine yakın ve yatkın bir Kemalizm anlayışı gündeme gelmiştir. Sözü edilen yorum sosyalizm ile Kemalizm arasında bir ilişki kurmak şeklinde tezahür etmiştir. Ancak bu yorumun daha akademik tarafını Niyazi Berkes ve Tarık Zafer Tunaya’nın metinlerinde, daha ideolojik tarafını da Fethi Naci ve Çetin Altan’ın yazdıklarında bulmak mümkündür. Değişimin genel fotoğrafı Sezai Karakoç’un Kemalistlerin sosyalistleşmesi yorumunda somutlaştırabilir. Bir otuz yıllık süreç içinde sözü edilen anlayış belli bir mecrada mahiyeti fazla değişmeden devam etmiştir. Bu tarz bir yorum çerçevesinde Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk ve Şevket Süreyya Aydemir’in yaklaşımları da düşünülebilir. Hatta bu doğrultuda Cahit Tanyol’un yazıları da mütalaa edilebilir. Bu arada onun yazmayı tasarladığı Türk Marksizm’ine Giriş bu anlayış çerçevesindedir. Bir otuz sene sonra Kemalizmin bir biçimde sosyalizmle iç içe geçmiş yorumu farklılaşmış ve Kemalizm sosyalizmden soyutlanmış ya da bir ölçüde ayrıştırılmış hale gelmiştir. Dönem aynı zamanda sosyalizmin etkisinin azaldığı, sosyalizmin dünya ölçeğinde çözüldüğü bir tarih kesitidir. Daha liberal yaklaşımların gündeme gelmesi söz konusudur. Aynı zamanda Kemalizmin eleştirisinin yaygınlaşması gündemdedir. Bu eleştiri sosyalizmin Kemalizmden ayrıştırılma teşebbüsünden bir süre sonra gündeme gelmiştir. Dolayısıyla geçmiş dönemden fazlasıyla farklılaşmış bir Kemalizm algısı oluşmuştur. 1960’lı yılların Kemalizm eleştirisine göre daha sığ bir Kemalizm eleştirisi belirdiği gibi, daha problemli bir Kemalizm savunusu ortaya çıkmıştır. Dönem aynı zamanda milliyetçiliğin de 1960’lı yıllardan farklı bir şekilde anlaşılmasını beraberinde getirmiş, bu nedenle de 1960’lı yılların sosyalist entelektüelleri bile milliyetçi ve muhafazakâr olarak görülmüşlerdir. Özet olarak sol bir Kemalizm yorumundan soldan büyük ölçüde arındırılmış bir Kemalizm yorumuna geçilmiştir. Hatta 1990’lı yıllar ve sonrasının Kemalizm yorumu 1960’lı yılların sonrasındaki sağ Kemalizm anlayışından düşünsel anlamda daha sağda yer almaktadır. Bu bildirinin konusu da bu iki dönemdeki Kemalizm olgusunun derinlemesine tartışılmasıdır.


Author(s):  
Ramil ZALYAEV
Keyword(s):  

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Türkiye’nin bağımsızlığı için yürüttüğü Millî Mücadele, Millî Mücadele’nin zafere ulaşması, kazanılan zaferden sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve gelişimi, dünyada I. Dünya Savaşı’ndan sonra gelen dönemin büyük siyasî olaylarıdır. 1922-1934 yılları arasında Moskova’da Rus dilinde yayınlanan gazete, dergi ve kitaplarda Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yürütülen Millî Mücadelesi, Millî Mücadele’de kazanılan Zafer, Barış, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve gelişmesi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün İnkılâpları, Türk-Sovyet ilişkileri ile ilgili konulara yer veriliyordu. Bununla birlikte, bazı yayınlarda yer alan metinleri daha da konkreleştirmek için yayınlara resimler ve fotoğraflar ilave edildi. 1922-1934 yılları arasında Moskova’da Rus dilinde yayınlanan “İzvestiya” [Haberler] gazetesi, “Ogonyök” [Işık] dergisi ve bazı kitaplar Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın fotoğraf ve resimleri de yayınlandı. Her resim ve fotoğraf, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, gelişmesi ve kuvvetlenmesi ile ilgili belirli tarihi ifade ediyor. Sovyet Rusya Hükûmeti 1922-1934 yılları arasında Moskova’da Rus dilinde yayınlanan bazı gazete, dergi ve kitaplarda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın resimlerini ve fotoğraflarını yayınlayarak, okuyucuları Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile tanıştırmak ile birlikte, Millî Mücadele döneminde ve Cumhurbaşkanı olarak ta 1922-1934 yılları arasında Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından yapılan muazzam çalışmalarını da onlara göstermek ve anlatmak istemiştir. 1922-1934 yılları arasında Moskova’da Rus dilinde yayınlanan İzvestiya gazetesinde, Ogonyök dergisinde ve bazı kitaplarda yayınlanan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bazı resimleri ve fotoğrafları, Onun tarafından sosyal, iktisadi, askerî alanlarda yapılan çalışmaları, Türk-Sovyet, Türkiye-Azerbaycan ve Türkiye-Afganistan ilişkilerini yansıtıyor. Bununla birlikte, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün portre ve fotoğrafların Sovyet Rusya’daki gazete, dergi ve bazı kitaplarda yayınlanması, Rusya Sovyet Hükûmetinin Dış politikasında Türk-Rus ilişkilerinin önemli bir yeri olduğunu gösteriyor.


Author(s):  
Erol ÇİYDEM
Keyword(s):  

Mustafa Kemal Atatürk, farklı zamanlarda ve mekânlarda yapmış olduğu konuşmalarda eğitim alanında yapılması gerekenler hakkında birçok açıklamada bulunmuştur. Elbette Atatürk’ün bütün konuşmaları ve icraatları içerisinde eğitim ve kültür alanında yapmış olduğu inkılaplar Türkiye’nin eğitim tarihinde önemli dönüm noktalarını oluşturmaktadır. Şimdiye kadar birçok çalışmada Atatürk’ün söylev ve demeçleri ya da 1921 yılında toplanmış olan Maarif Kongresi üzerinden Atatürk’ün eğitime bakış açısı ve verdiği önem konu edinilmiştir. Ancak Millet Meclisi’nin açılışından Atatürk’ün vefatına kadar geçen süreçte Meclis’in her yasama yılı açılışında konuşma yapan Mustafa Kemal Atatürk eğitim alanındaki uygulamalar ve hedefler hakkında önem arz eden açıklamalar yapmıştır. Onun bu açıklamaları Millî Mücadele Dönemi’ni de dâhil edersek Türkiye’nin yaklaşık ilk yirmi yıllık eğitim tarihini ortaya koymakla birlikte sonraki yıllar için de eğitim ve kültürel alanda izlenmesi gereken yol ve yöntem hakkında ayrıntıları barındırmaktadır. Bu doğrultuda çalışmanın amacı, Atatürk’ün 1920 ile 1938 yılları arasındaki Meclis Açılış Konuşmalarını Türk Eğitim Tarihi açısından analiz etmek ve değerlendirmektir. Eğitim, Mustafa Kemal Atatürk’ün düşün dünyasında toplumsal modernleşmenin başlıca aracı, medeniyete giden yolda başlıca vasıtadır. Süreç içerisinde Atatürk’ün eğitim alanında planlı ve programlı bir inkılap hamlesini yürürlüğe koyduğunu gösteren metinler toplumsal ilerleme idealinin eğitim alanındaki uygulamalara dayandırılmak istendiğini ortaya koyan ifadeleri barındırmaktadır. Sadece belli bir toplumsal sınıf ya da grubun değil, toplumun tüm bileşenleri ile aydınlatılmak istendiği, metinlerde aşikârdır. Çalışmada yöntem olarak nitel araştırma yöntemlerinden tarihsel araştırma metodu kullanılmıştır. Veri analizinde ise doküman analizi yöntemi kullanılmıştır.


Sign in / Sign up

Export Citation Format

Share Document