Journal of Nutrition and Dietetics
Latest Publications


TOTAL DOCUMENTS

198
(FIVE YEARS 160)

H-INDEX

1
(FIVE YEARS 1)

Published By Turkish Dietetic Association Partner

1300-3089

2022 ◽  
Vol 49 (3) ◽  
pp. 1-6
Author(s):  
Türkan Kutluay Merdol

Fonksiyonel gastrointestinal bozukluklar (FGID-functional gastrointestinal disorders) herhangi bir organik bozukluk olmamasına karşın kronik veya tekrarlayan gastrointestinal semptomlara verilen genel bir addır. Bu bozukluklarda diyetin, hastaya özel olarak hazırlanması ve sürekli izlenmesi çok büyük önem taşımaktadır. Bu süreçte, hastanın beslenme alışkanlıklarının deneyimli diyetisyenler tarafından belirlenmesi ve hasta ile karşılıklı olarak tüm biyo-psiko-sosyal yönler dikkate alınarak incelenmesi, buna göre kişiye özel beslenme ve diyet planının tanzim edilmesi gerekmektedir. FGID’ler arasında en yaygın semptomlar bütünü IBS (Irritable Bowel Syndrome-huzursuz bağırsak sendromu) olarak adlandırılan bozukluktur. IBS’lerde diyetisyenin rolü diğer FGID’lere göre daha da önemli ve özeldir. Türkiye’de diyetisyenlerin bu bozukluklar alanında uzmanlaşması için gerekli adımlar ivedilikle atılmalı ve sağlık kurumlarında diyetisyen kadrosu istihdamı da arttırılmalıdır.


2022 ◽  
pp. 1-10
Author(s):  
Nurbanu Öztayıncı ◽  
Aylin Açıkgöz Pınar ◽  
Emine Akal Yıldız ◽  
Hülya Gökmen Özel

Bu çalışma Ankara’da bulunan bir Aile Sağlığı Merkezi’ne başvuran beden kütle indeksi (BKİ) farklı 19-64 yaş aralığında ki 155 kadının beslenme durumunu ve yeme tutumunu değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Kadınların genel özellikleri, uyku süreleri sorgulanmış, antropometrik ölçümleri alınmıştır. Ayrıca bireylerin yeme tutum ve davranışlarını değerlendirmek için Yeme Tutum Testi–40 (YTT-40) skoru hesaplanmıştır. Her BKİ sınıflamasından homojen sayıda birey alınarak, sonuçlar 3 gruba (zayıf ve normal, fazla kilolu ve obez) göre incelenmiştir. Zayıf ve normal BKİ grubundaki bireylerin %61.6’sı 19-34 yaş aralığındayken, fazla kilolu grubundaki bireylerin %64.7’si 45-64 yaş aralığında, obez bireylerin ise %77.0’ı 45-64 yaş aralığındadır (p<0.05). Eğitim süresi ortalaması zayıf ve normal BKİ’ndeki bireylerin 13.7±3.36 yıl, fazla kilolu bireylerin 11.5±4.31 yıl ve obez bireylerin ise 8.0±3.85 yıl olarak bulunmuştur (p<0.05). Üzüntü, öfke ve stres anlarında; obez bireylerde iştah durumunda artma, diğer gruplardaki bireylere göre anlamlı bir şekilde daha fazla görülmüştür (p<0.05). Yeme tutum testi skoru ortalaması zayıf ve normal bireylerde 16.8±8.59, hafif şişman bireylerde 19.7±8.35, obez bireylerde 22.8±8.8 puan olarak bulunmuştur. Obez bireylerde anormal yeme davranışı diğer gruplara göre daha fazla görülebileceğinden, içinde doktor, diyetisyen ve psikoloğun da bulunacağı interdisipliner bir yaklaşım modeli örnek alınarak, bireylerin sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıkları kazanmasına yardımcı olunmalıdır.


2022 ◽  
pp. 1-10
Author(s):  
Nursel Şahin ◽  
Gamze Akbulut

Tam tahıllı besinler, bileşiminde bulunan diyet posası, mineraller, vitaminler ve fitokimyasallar nedeniyle sağlığı koruyucu etkilere sahip besinler olarak kabul edilmektedir. Tam tahılların yapısında bulunan ve amfifilik bir fenolik lipit olan alkilresorsinol bileşikleri ise son yıllarda üzerinde durulan bir konu olmuştur. Özellikle in vitro çalışmalarda alkilresorsinollerin antimikrobiyal, antioksidan, membran fosfolipit aktivitesini ve enzim aktivitesini etkileme ve tümörogenezi inhibe etme gibi çeşitli fizyolojik ve biyolojik aktivitelere sahip olduğu belirtilmektedir. Alkilresorsinollerin yapısında bulunan fenolik halka ve alkil zincirinin, insan kanser hücrelerinin çoğalmasının engellenmesi açısından önemli olduğu belirtilmektedir. Yapılan çalışmalarda, alkilresorsinollerin bazı enzimlerin inhibisyonunu ve genotoksisiteyi etkileme, antioksidan aktivite ve kanser hücre hatları üzerinde sitotoksik etki gösterme yeteneği ile kanser patogenezinde önemli bir rolünün olabileceği görülmüştür. Yüksek konsantrasyonlu alkilresorsinollerin insan kolon, meme, akciğer, over, prostat ve hepatik kanser hücre hatlarının inhibisyonunu sağladığı ve bu kanser türleri için yüksek sitotoksik ajanlar olarak kabul edildiği belirtilmektedir. Ayrıca alkilresorsinollerin cinsiyet hormonu sentezini etkileyerek testesteron ve östradiole bağımlı kanserlerin önlenmesinde önemli bir mekanizmaya sahip olduğu düşünülmektedir. Ancak alkilresorsinollerin kanser riski ile ilişkisi hakkında yeterli kanıt bulunmamaktadır. Gelecekte yapılacak çalışmalar ile alkilresorsinoller için güvenli konsantrasyonlar ve kabul edilebilir günlük alım miktarları oluşturulması daha net bilgiler sağlayacaktır. Bununla birlikte, alkilresorsinollerin kanser gelişimindeki potansiyel rolü, tam tahıllar açısından zengin beslenmenin bazı kanser türlerine karşı potansiyel olarak koruyucu olduğunu vurgulayan halk sağlığı önerilerini destekler niteliktedir. Bu derlemede kanser patogenezinde alkilresorsinollerin rolünü incelemek ve alkilresorsinoller ile kanser arasındaki ilişkiyi aydınlatmak amaçlanmıştır.


2022 ◽  
pp. 1-10
Author(s):  
Özlem Özpak Akkuş ◽  
Esma Asil ◽  
Mustafa Volkan Yılmaz

Amaç: Bu çalışma, pandemi sürecinin ortoreksiya nervoza (ON) üzerindeki etkilerinin anlaşılabilmesi amacıyla, ON eğilimi olan bireyler ile ilişkili faktörlerin belirlenmesi ve bu bireylerin yeme davranışlarının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Bireyler ve Yöntem: Bu kesitsel çalışma çevrimiçi olarak hazırlanmış anket yardımıyla 19 yaş üzeri, kronik hastalığı ve Covid-19 öyküsü olmayan, gönüllü 699 yetişkin bireyin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Oluşturulmuş anket formunda bireylere ilişkin bazı genel bilgiler ve antropometrik ölçümler ile beslenme alışkanlıklarına ilişkin bilgiler toplanmıştır. Ayrıca ORTO-15 ölçeği ile bireylerin ortorektik eğilimleri belirlenmiştir. Araştırma verileri SPSS programında değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya %21.7’si erkek, %78.3’ü kadın olmak üzere toplam 699 birey dahil edilmiştir. Çalışmaya katılan bireylerin %68.2’sinde ortorektik eğilim saptanmış olup, erkeklerde (%75), çalışanlarda (%76.6), lisansüstü mezunlarında (%79.5) ve normal vücut ağırlığına sahip olanlarda (%76.1) ortorektik eğilimin daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Ortorektik eğilimin tüketilen yiyecek miktarı, evde yemek yeme sıklığı, yemek siparişi verme sıklığı, vitamin ve mineral tüketimleri, ana ve ara öğün tüketimleri gibi bazı beslenme alışkanlıklarını etkilemediği bulunmuştur (p>0.05). Yapılan regresyon analizi sonuçlarına göre bireylerin ortorektik skor puanını, süt-yoğurt, tavuk ve şeker tüketiminde yaşanan değişimlerin arttırdığı saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Sonuç olarak Covid-19 pandemi sürecinde bireylerin yüksek düzeyde ortorektik eğilime sahip oldukları ve bu eğilimin yüksek eğitim seviyesine sahip ideal vücut ağırlığına yakın olan bireylerde daha fazla olduğu belirlenmiştir. Pandemi gibi stresin fazla olduğu dönemde gelişen yeme bozuklukları uzun vadeli olabileceği için bu beslenme bozukluklarının zamanında teşhis edilmesi ve bireylere bu konuda gereken beslenme tedavisinin verilmesi önemlidir.


2022 ◽  
pp. 1-13
Author(s):  
Z. Begüm Kalyoncu Atasoy ◽  
Dilek Aslan ◽  
Şeniz Ilgaz ◽  
Türkan Kutluay Merdol

Beslenme ile ilgili eşitsizliklerin giderilmesinde, politika yaklaşımları en etkili ve maliyet etkinliği yüksek nüfus temelli araçlar olduğu için, beslenmeye bağlı halk sağlığı problemleri olan Türkiye gibi ülkeler, bireyi ve toplumu bir arada bütüncül ve kapsayıcı çevre odaklı beslenme politikalardan daha fazla istifade edecektir. Gelecek vadeden politika araçlarından olan mevzuat düzenlemelerinin güncellenmesi, eğitim/rehber oluşturma, vergilendirme gibi ekonomik stratejiler, besin zenginleştirmesi ve örselenebilir gruplara yönelik gıda yardımı sağlama süreçlerinin, Türkiye’deki gıda sistemini daha besleyici, sürdürülebilir, adil ve güvenli hale getirmek için, daha etkin kullanılmasını gerektirmektedir. Bu makalenin amacı; Türkiye’nin beslenme ile ilişkili politikalarını derlemek, analiz etmek ve ülkeye özgü öneriler sunmaktır. Beslenme ile ilişkili halk sağlığı politika analizinin odaklandığı temel konular ve bileşenleri; yaşam sürecindeki dönemlere göre programlar, özel dönem ve gruplara göre programlar, yeterli, dengeli ve sağlıklı beslenmeye yönelik genel programlar, risklerin önlenmesine yönelik özel programlar, eğitim programları ve izleme ve değerlendirme çalışmalarıdır.


Author(s):  
Tuğçe Kartal ◽  
Fatma Derya Bulut ◽  
Deniz Kor ◽  
Burcu Köşeci ◽  
Can Celiloğlu ◽  
...  
Keyword(s):  

Herediter tirozinemi tip-1 (HT1), fumarilasetoasetat hidrolaz enzim eksikliğine bağlı, nadir görülen hepatorenal bir kalıtsal metabolik hastalıktır. Herediter tirozinemi tip-1 yönetiminde, tirozin ve fenilalaninden kısıtlı diyetle birlikte nitisinon tedavisi kullanılması önerilmektedir. Otoimmün diyabet olarak da bilinen Tip-1 Diabetes Mellitus (T1DM), pankreas β-hücre disfonksiyonuna bağlı mutlak insülin eksikliği ile karakterize ve hiperglisemiye yol açan kronik endokrinolojik bir hastalıktır. Hastalarda glisemik kontrolü sağlamak için insülin ile birlikte beslenme tedavisi ve uygun fiziksel aktivite önemli yer tutmaktadır. Literatürde sınırlı sayıda olguda HT1 ve T1DM birlikteliği tanımlanmıştır. Bu sunumda tirozin metabolizma bozukluklarından HT1 nedeniyle izlenirken T1DM gelişen bir olgunun diyet yönetimi ve izlem süreci paylaşılmıştır. Yoğun insülin tedavisi ile fenilalanin ve tirozinden kısıtlı diyet tedavisi iki hastalık birlikteliğinde başarılı bir şekilde yönetilmiştir.


Author(s):  
Ayşen Yıldırım ◽  
Sema Erge
Keyword(s):  
Omega 3 ◽  

Diyet bileşenlerinin epigenomu etkileyerek kronik hastalıklar üzerinde etkilerinin olduğu bilinmektedir. Bu bilgilerin ışığında, beslenme ve epigenetik arasındaki ilişkileri inceleyen bir bilim dalı olan nutriepigenomik kronik hastalıkların tedavisinde umut verici bir alan olmuştur. Epigenom üzerinde etkileri olduğu bilinen omega-3 yağ asitleri, sadece önemli bir enerji kaynağı değil, aynı zamanda transkripsiyon faktörlerinin ligandları olarak hareket edebilmekte, böylelikle metabolik düzenleyiciler olarak da görev yapmaktadır. Yapılan araştırmalar omega-3 yağ asitlerinin, çeşitli mekanizmalarla gen ekspresyonunu değiştirebileceğini, böylelikle birçok kronik hastalığın patogenezine katkıda bulunan kronik inflamasyon üzerinde olumlu etkilerinin olabileceğini göstermektedir. Özellikle eikozapentaenoik asit ve dokosaheksaenoik asit gibi omega-3 yağ asitlerinin bazı önemli moleküler hücre mekanizmalarını kontrol ettiği, böylelikle inflamasyonla ilişkili hastalıklarda anti-inflamatuvar etki oluşturabileceği bildirilmiştir. Aynı zamanda, bu yağ asitlerinin DNA metilasyonu gibi epigenetik belirteçlerde değişikliklere yol açarak da bahsi geçen olumlu etkileri sağlayabileceği belirtilmektedir. Literatür, omega-3 yağ asitlerinin, çeşitli nükleer reseptör ve transkripsiyon faktörleri ile etkileşime girerek bazı pro-inflamatuvar genlerin ekspresyonunu modüle edebileceği, böylelikle aktivasyonlarında değişikliklere yol açabileceğini göstermektedir. Genel olarak omega-3 yağ asitlerinin, inflamasyon üzerinde etkin rol oynayan nükleer faktör κB (NFκB), PPAR- γ (PPARG) ve G proteinine bağlı reseptör (GPR120) ile etkileşime girerek anti-inflamatuvar etki yaratabileceği bilinmektedir. Bu mekanizmalar karmaşıktır. Bu derlemenin amacı, omega-3 yağ asitlerinin inflamatuvar süreçleri etkilediği epigenetik mekanizmaları açıklamaktır.


2022 ◽  
pp. 1-11
Author(s):  
Feray Gençer Bingöl ◽  
Makbule Gezmen Karadağ ◽  
Mustafa Can Bingöl ◽  
Yasemin Erten

Aim: Nutritional therapy in chronic kidney disease (CKD) requires certain regulations in the diet of the patients. Patients’ self-management becomes possible with the development of mobile phones and their software. In the current study, a smartphone application that could be used to increase dietary compliance of CKD stage 4-5 and hemodialysis patients was developed. It is aimed that patients can control the dietary intake of energy, protein, sodium, potassium, phosphorus, and fluid by using the developed mobile application. Subjects and Method: The mobile application has been developed by the researchers until the final control and test phase. Later, the final control and test phase of the developed application were carried out by 5 expert dietitians, 5 specialist doctors, and 5 hemodialysis patients. Results: The majority of the participants stated that the application was easy to use, interesting, visually well designed, contains sufficient reliable information, and that they can recommend it to other patients. Participants who examined the application also offered suggestions about the application. Conclusion: The application was updated according to the evaluations and suggestions of the participants. The final application was formed to be ready for the use of the patients.


Author(s):  
Betül Kamanlı ◽  
Saniye Bilici
Keyword(s):  

Multipl Skleroz (MS); nöroinflamatuvar, demiyelinize, otoimmün merkezi sinir sistemi hastalığıdır. MS ile ilişkili hastalık süreci; inflamasyon, sinir liflerini koruyan ve çevreleyen membran yağ bileşeni, miyelin yıkımı ve/veya hasarı ile sonuçlanmaktadır. Beslenme alışkanlıklarının ve yaşam tarzının MS seyrini etkileyip etkilemediği sorusu hala tartışma konusudur. Diyet faktörleri ve bireyin yaşam tarzı alışkanlıkları, hem atak ve iyileşmelerle giden MS (Relapsing-remitting) hem de birincil ilerleyici MS’de (primer progresif) hastalığın inflamatuvar durumunu modüle ederek semptomları iyileştirebilir veya şiddetlendirebilir. Bu durum hücresel düzeyde hem metabolik hem de inflamatuvar yolları ve kommensal bağırsak mikrobiyatasının bileşimini kontrol ederek oluşmaktadır. Sebzeler, meyveler, kurubaklagiller, balık, prebiyotikler ve probiyotiklerden zengin düşük enerjili diyetlerin ve düzenli yapılan egzersizin; nükleer reseptörler ve enzimler üzerinde olumlu etki oluşturduğu, oksidatif metabolizmayı ve proinflamatuvar molekülleri düzenlediği ve sağlıklı simbiyotik bağırsak mikrobiyatasının sürdürülmesi ve restore edilmesine katkı sağladığı gösterilmiştir. Özellikle Akdeniz tipi beslenme modeli gibi diyet müdahalelerinin; bağışıklık düzenleyici ilaçların olası yan etkilerini ve kronik yorgunluk sendromunun semptomlarını hafifletmede, semptomların nüksetmesini ve hastalığın ilerlemesini önlemede yarar sağladığı bildirilmektedir. MS hastalarının diyetlerindeki sağlıklı beslenmeye yönelik değişiklikler hastaların hem yaşam kalitesini artırmakta hem de fiziksel ve mental iyileşme sağlamaktadır. Bu derlemede, farklı diyet modellerinin MS üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.


2022 ◽  
pp. 1-10
Author(s):  
İdil Akdemir ◽  
Esra Köseler Beyaz

Amaç: Bu araştırma; bariatrik cerrahi planlanan hastalarda yeme bağımlılığı, depresyon ve beslenme durumunun değerlendirilmesi amacıyla planlanıp yürütülmüştür. Bireyler ve Yöntem: Çalışmaya, bariatrik cerrahi için başvurmuş, 127 gönüllü birey (78 kadın, 49 erkek) katılmıştır. Bireylere, anket formu uygulanmış ve üç günlük besin tüketim kayıtları ve antropometrik ölçümleri alınmıştır. Bireylerin, yeme bağımlılığı, Yale Yeme Bağımlılığı Ölçeği ve depresyon durumları ise Beck Depresyon Ölçeği ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Önerilen günlük alım miktarlarına göre, bireylerin günlük diyetle aldıkları potasyum miktarı tüm bireylerde yetersiz, pantotenik asitin ise kadınlarda yetersiz olduğu saptanmıştır. Beck Depresyon Ölçeği puan ortalamasının, kadınlarda (16.8±7.30) erkeklerden (15.2±8.21) daha yüksek olduğu saptanmıştır. Yeme bağımlılığı olmayan bireylerin %3.8, yeme bağımlılığı olan bireylerin ise %4.3 oranında şiddetli depresyon yaşadıkları belirlenmiştir. Sonuç: Bariatrik cerrahinin operasyon şansını ve hastaların yaşam kalitelerini arttırmak adına operasyon öncesi beslenme eksikliklerinin giderilmesi, depresyon ve yeme bağımlılığı gibi semptomların belirlenmesi ve tedavilerine yönelik düzenlemelerin yapılması oldukça önemlidir.


Sign in / Sign up

Export Citation Format

Share Document